12 Nisan 2010 Pazartesi

DOLMA KALEM


Kalem güzeldir

Kalemle yazmak daha da güzeldir

Dolma kalem ise ayrı bir güzelliktir...

Kıyıda köşede unuttuğumuz, yüzüne bakmadığımız

Bir çok şey gibi,

Dolma kalemde

Pilot kalemlerle otomatik pilota bağladığımız

Dipsiz kuyulardaki yüreğimizin unuttuklarındandır...

Ya bir sandık dibindeki kutu içinde

Ya bir masanın çekmecesinde....

Hediye edilen dolmakaleme mürekkep almak için

50 yıllık kırtasiyeci Selahattin Amcaya uğradım bu sabah

Bana bir kutu mürekkep dedim...

Dedi ki artık neredeyse soran yok, bu tüp mürekkeplerden var,

Kimse kullanmıyor artık dolma kalemleri...

Dolmak üzerine kurulmuş ne çok şeyin

Artık dolmadığını fark ettim o an...

Artık dolma kalemler dolmuyor...

Yürekler sevdayla,

Gözler gözyaşıyla,

Ağaçlar kuşlarla dolmuyor...

Fast food çağında artık her şey tak çıkar formatında,

Tek kullanımlık...

Kullan ve at!...

Kalemlere kıymayın efendiler...

Hele dolma kalemlere hiç!....

Yüreğiniz ve mürekkebiniz kurumasın...


h.a./çanakkale

BİR ŞEHİR BİR MEKAN: Ayn-ı Ali Kahvesi - Manisa




Ayn-i Ali
Bir Işık yağmuru muhabbet tarlasına
Kahve ile birlikte
Fisildanir bin yıllık sırlar kulağına...



Ayn-i Ali kahvesinde kahvemi yudumlarken sabahın bu erken saatinde
içeride kimsenin olmaması ve sessizlik ayrica hoşuma gidiyor..
Ortama uyar diye erkan ogur'un "hiç" adlı albümünü dinlemeye
başlıyorum ve elimdeki gazete de gözüme çarpıyor:
"kendin olmak, kendini imha etmektir."

Ah kendim,
Ben mısın gercekten?
Ya ben sen miyim gercekten?
O tasın üstünde mı
Altında mı o büyük sır?
Ah bilmek mı
Yoksa aramak mı seni...

H.A.
Ayn-i Ali, Manisa 11 Nisan 2010

http://www.ayniali.com/






8 Nisan 2010 Perşembe

KÖŞE YAZISI: Gitmek... Yol... Dönmek


Beni
gezgin ruhlu biri sananlar yanılıyor.
Belki kimi zaman yazılarımdan öyle bir izlenim çıkıyordur.
Oysa hiç ilgim yok!
Sık sık yola çıkıyorum, bu doğru! Fakat hep aynı yerlere gidiyorum.
Farklı şehirlere ve ülkelere gitmek, yeni yerler görmek değil, "yer değiştirmek" bütün derdim. Bir kez tanıyıp sevdiğim yerlere tekrar tekrar gidiyorum. İnatla, ısrarla ve hazla hep aynı yerlere yolculuk ediyorum.
Evet! İlk karşılaşma ve tanışmaların tedirgin heyecanı değil, sevdiğim şey...
Daha çok kavuşmalar ve buluşmalar çekiyor beni. Bir bakıma buna "dönüş" ler de diyebiliriz.
Yani içimde bir yerde hâlâ kedi gibiyim. Koltuğumu terk etmeyi göze alıyorum ama kendi kendime kurduğum "evren" in dışına çıkmaya niyetim yok!
***

Eskiden gezginlere dudak bükerlermiş.
Gidiyorsun, şehirleri, ülkeleri, dağları, iklimleri aşıyorsun ama nereye gidersen git kendini de götürüyorsun diye...
Büyük şair Kavafis gibileri de ne der hani; "yeni bir ülke bulmazsın/başka bir deniz bulamazsın/bu şehir arkandan gelecektir."
Baudelaire
gibileri de gezginlere acımış, gidilen yerde çekilecek acıları hatırlatmış, yaşadığın çevrenin monotonluk çölünü "dehşet vahaları"na tercih ettiğini söylemiştir.
Bu itirazların hepsi anlamlıdır. İçlerinde doğruları barındırırlar. Ama gezginin "yol"la ilişkisini, asıl olarak "yolculuğa" bağlandığını unuturlar.
***

Günümüzde gezginlik kalmadı.
Dönmemek üzere gitmek yok artık.
Gezgin rolü oynayan profesyonel seyahat yazarları var ki, bambaşka bir şey.
Keşfedilecek bir şey kalmayan bir dünyada hâlâ keşiflerden söz eden turizm söylemlerine aldanıp bir turdan ötekine koşuşturan turistleri de bir yana bırakalım.
Galiba günümüzde "yol"un tadını çıkartanlar sadece ara sıra "yer değiştirerek" yaşayanlar!
Ama "yol" sadece bir tat meselesi midir? Elbette, hayır!
Bedenin yolculuğuyla zihnin yolculuğu kardeştir. Hatta aralarındaki ilişki belki daha fazlasıdır. Ondandır, başka bir yere, şehre, ülkeye giderken birdenbire "kendine" dönüvermesi insanın...
Kitabu'l Esfar'da der ya İbn Arabi...
"Varlığın kökeni harekettedir. İşte bu yüzden, bu dünyada da, ahirette de yolculuk hiç durmaz."
Gazete köşe yazılarının formatına uymuyor belki ama yolu ve yolculuğu biraz da bu yanından ele almak gerekiyor.

Haşmet Babaoğlu, SABAH, 8 Nisan 2010