29 Ocak 2010 Cuma

YOLUNDAN DÖNMEYENLER: Vatandaş Rıza


Filmi izlemek için basınız

Yönetmen : Cüneyt Arkın
Senarist : Atilla Dorsay,Safa Önal
Firma : Arkın Film
Yapımcı : Cüneyt Arkın
Oyuncular
: Cüneyt Arkın,Betül Arkın,Murat Arkın,Osman F. Seden



Vatandaş Rıza - 400 e yakın Cüneyt Arkın filmlerinden biri. 1979 yılı İstanbulunun gecekondu semtlerinden birinde açılır bu başyapıt .

Türkiyede yaşayan her sıradan insandan biridir Vatandaş Rıza . Emeği , Teri , Kalbiyle varettiği dünyasının yuvasını inşa etmektedir.Her insanın kendi dünyasının ,ona mutluluk veren yaşama gücünü aldığı abartısız , gösterişsiz ,sade bir hayatın , bir ailenin kesitidir bu bölüm .

Sanayi imparatoru Necdet Çelikel in “hasta ruhlu” oğlu Cengiz “keyif” için küçük mutluluklarla beslenen insanların dünyalarını yıkmayı bir saplantı haline getirmiştir.Bu saplantının son hedefide Vatandaş Rızanın yuvasıdır . Gecekonduyu arabasıyla yerle bir eder. Bu tip eylemlerde o kadar rahat bir tavır sergilemektedir ki yaptıklarını babasına anlatmaktan çekinmez.Yakalanmak korkusu , suçlu olduğunun farkına varmak gibi bir düşüncesi yoktur çünkü o güne değin sorumlusu olduğu hiçbir olaydan ötürü hesap sorulmamıştır ona .

Vatandaş Rıza hakkını yasalar yoluyla mahkemede arar . Görgü şahidi olan tüm komşuları mahkemede sırt çevirirler. Sırt çevirenler satılmıştır diye düşünülebilir ama aslında hepsi de muhtaçtır çünkü dünyalarını kilitleyip kalan çıkmazdan onları kurtarabilecek bir umut yoktur.Vatandaş Rızanın yıkılan gecekondusu onların umudu olmuştur ancak bu umut kısa vadeli bir mutluluğun sahte görüntüsüdür sadece .

Vatandaş Rıza kimilerine göre yalnız kalmış bir adamdır . Gücün parayla kıyaslandığı bir topluluk içerisinde bir “böcek” kadar ufak bir insandır. Ancak özgür bir toplumda vatandaşlık hakkının olduğunun bilincinde kimseye eğilmeyecek kadar mert bir insandır.Yıkılan evi için teklif edilen parayı kabul etmez , tek isteği suçlunun suçunu kabul etmesidir.Bu isteğin yerine getirilebilmesi ise yalnız gerçek bir vatandaşın göze alabileceği bir mücadeleyle mümkün olacaktır .

Başına gelen olayı gazete yoluyla kamuoyuna duyurmaya çalışır . Gazeteler için bu tip bir haber toplumun ilgisini çekmeyecek kadar basittir . Manşetlerde yeralmaz.Mücadelesini kendi başına sürdürmek için gazetelerde duyuramadığı sesini bildiriler yoluyla halka duyurmaya çalışır.Yargıtay a davanın yeniden görülmesi için yaptığı başvuru reddedilir.

Artık yapabileceği son bir şey vardır … Taksim meydanı ardından Atatürk heykelinin önünde olmak üzere 4 günlük bir zaman diliminde tüm ülkeyi yerinden oynatacak bir eylem başlar . Vatandaş Rıza açlık grevine başlar.Bu gerçekten Haklı Olan ve Mert bir insanın direnişidir .O ana kadar kendisine sırt çeviren gazeteler,yakın çevresi ve olay karşısında umursamaz gibi görünen halk bir anda o güne kadar “Küçük” gözüken bu insanın soylu eylemine kulak verir . Vatandaş Rızanın eylemi direnişinin görüntüsü , kelimelerin kifayetsiz kaldığı yüreğinin sesi ise gazetelerin manşetleri olmuştur . Gazetelerin desteğiyle yürütülen sanayi imparatoru Necdet Çelikel in kirli servetinin deşifre edilmesi hakkındaki yazı dizileri sonucunda o güne kadar “böcek” olarak gördüğü patron kendi geleceğiyle oğlu arasında seçim yapmak zorunda kalır ve oğlunu kendi elleriyle adalete teslime zorlar.Çünkü artık yalnız olan insan sanayi patronudur.Bir adet olarak küçük düşündüğü Vatandaş Rıza binlerce adet olmuştur . Halk Rızadan yanadır .

Vatandaş Rıza kısıtlı bir bütçeyle gerçekleştirilmiş gibi görünse bile içerdiği fikirler , Cüneyt Arkın ve ailesinin filmde de bir aile olarak çizdiği mükemmel kompozisyon,paranın insanlığın önünde olduğunu savunan karşıt görüşün karakterleri olan Osman Seden ve Sümer Tilmaç ın performansı ve Cahit Berkay – Uğur Dikmen ortaklığında gerçekleştirilmiş konunun dramatik yapısını tamamlayan müzikleriyle Arkın filmografisinin çok değerli örneklerinden birisidir . İnsanın varolması dahi dünyaya verilmiş en büyük hediyedir ve kendi içindeki büyüklüğü keşfedebilen bir insan bu soyluluğu içinde yaşadığı halka da çekinmeden gösterebilmelidir çünkü bu insanda aslında diğerlerinden farklı “özel” veya “seçilmiş” bir kişi değildir .

http://www.cuneytarkin.com.tr

ASFALT YOLA KILAVUZ - 4



Yol su gibidir
kıvrıla kıvrıla gider
her şekle girer, her yana akar
yolun her kaba her kıvama gelmesi
her yola gelir bu yol şeklinde algılanır
bu nasıl yol ki her yola gelir, her yöne gider
der dikkatli ve bilinçli okur
ama bu okur bilmeli ki
yolun her yola gelmesi
yolda gidenin her yola girmesini gerektirmez
yol her yöne gider
yol ayrımları bunun içindir
nereye döneceğğini seçme hakkını
yol bizzat sana vermiştir ey yolcu...
yol senin yolundur
senden yönlerini esirgemez
sana seçme şansı verir
hangi yolu seçersen seç
yol
seni ona götürür
yolun sonu orasıdır
bozuk yola girmiş olman
yanlış yola girmiş olman
sonu değiştirmez
yol
seni yolda bırakmaz
yol yine de seni götürür
yol yolun yapı taşlarını
sana bırakmıştır
kimbilir
belki yol hiç yoktur
hiç olmamıştır
belki
sen ey yolcu
yol
sensindir...

h.a.

ASFALT YOLA KILAVUZ - 3


Yol, yola çıkana
neden bu yoldasın diye sormaz
nasıl çıktın bu yola demez...
yoldan çıkana da neden çıktın demez
aslında yol hiç soru sormaz
yargılamaz, ayıplamaz
yolun gerçek yolcuları
- ki aslında
herkes az çok gerçek yolcudur-
yola gönül vermiş
yolu anlama konusunda
çaba içine girmiş
yolun geçek çilekeşleri
yoldaki hiç kimseye
çekil yolumuzdan demez
sen bu yola ne amaçla çıktın demez
ister elitist takılma
ister caka atma
ister hava alma
ne olursa olsun
yoldasın ya der
gerisinin ne önemi var
yolda ol ya da sadece
yola dokun
yol seni de
beni de
hepimizi de
kabullenir
götürür
yol
herkesin yoludur
doğmuş olmak
yolda hak sahibi
olmak için yeterlidir...
H.A.

NEREDE ARANIR?

İbrahim Ethem, Belh Sultanlığından çekilmeden önce, bu hevesle mallar bağışlıyor, bedenini türlü ibadetlerle
yoruyordu. «Ne yapayım?» diyordu, «Ne yapmak gerek ki kendimde bir gönül açıklığı bulayım.» Bir gece taht üzerinde
uyumuştu. Fakat içi uyanık gözleri uykuda idi. Bekçiler davullara tokmaklar, çubuklar vuruyor, neyler üflüyor, gürültüler
koparıyorlardı. ibrahim Ethem kendi kendine dediki, «Siz hangi düşmanı uzaklaştırmak istiyorsunuz? Düşman benimle birlikte
uyumaktadır. Biz Allahnın merhamet nazarlarına muhtaç zavallılarız; sizden ne güvenlik gelebilir? Bize onun lütfü sığınağından
başka bir yerde kurtuluş yoktur.» Gönlü bu düşüncelerle ayaklanmış, başım yastıktan kaldırmış, tekrar yatmıştı.

Şaşarım seven insan nasıl uyur?
Âşıka her türlü uyku haramdır.


Ansızın köşkün tavanından sert ayak sesleri, gürültüler işitti. Sanki damda büyük bir kalabalık yürüyüş yapıyordu.
Ayak sesleri köşkün her tarafında yankılanıyordu. Şah kendi kendine, «Bu bekçilere ne oldu? Nerede kaldılar?» dedi.
«Görmüyorlar mı ki bu kalabalık dam üstünde koşuyor?» Sonra bu gürültü ve ayak sesleri onu tekrar şaşırttı, dehşete
düşürdü; sanki kendinden geçmiş düşündüğü şeyleri unutmuştu. Bağıramıyor, silâhlı nöbetçileri çağırmaya gücü yetmiyordu.

Bu arada biri köşkün damından başım aşağı uzattı,

«Ey taht üzerinde oturan zat sen kimsin?» dedi.

İbrahim Ethem cevap verdi:

«Ben Şahım, dam üstünde gezen sizler kimsiniz?»

«Biz iki üç sürü deve kaybettik de bu köşkün damında arıyoruz.»

İbrahim Ethem, «Divane misin?» dedi.

Adam cevap verdi: «Divane sensin İbrahim Ethem!»

«Deve sürülerini köşkün damında mı kaybettin? Burada deve aranır mı?»

Adam şöyle cevap verdi: «Allah, Padişah tahtında mı aranır? Sen Allah'ı burada mı
arıyorsun?»

İşte o saatten sonra İbrahim Ethem'i kimse göremedi. O gitti; canlar da onun arkasından gitti. Kendisinden bir haber
çıkmadı

GÖNÜLÇELEN'in vedası


Geçtiğimiz yüzyılın edebiyat klasiklerinden 'Gönülçelen', (Catcher in the Rye)'ın yazarı Amerikalı romancı JD Salinger 91 yaşında hayata gözlerini yumdu.



Salinger münzevi yaşamına çok düşkün bir romancıydı

Oğlu, münzevi bir yaşam sürmesiyle tanınan Salinger'ın New Hampshire eyaletindeki evinde, doğal nedenlerle öldüğünü açıkladı.

İlk kez 1951 yılında basılan ve Holden Caulfield adlı bir gencin isyan ve yabancılaşma hikayesini anlatan Gönülçelen Salinger'ı dünya çapında üne kavuşturdu.



Roman birçok dile çevrildi ve dünya çapında 65 milyondan fazla sattı.

Salinger, New Hampshire eyaletindeki küçük bir kasaba olan Cornish'te 1953'ten bu yana münzevi hayat sürüyordu ve mahremiyetine çok düşkündü.


Mahremiyetine düşkündü

Salinger, Gönülçelen'in film haklarını satmaya da hiçbir zaman razı olmadı.

Yazar edebiyat kariyeri boyunca Gönülçelen'in dışında bir kaç kitap ve kısa hikayeler yayınladı.

Cornish kasabasındaki komşularının da Salinger'ı pek sık görmediği, hayranlarının telefonlarına ya da mektuplarına yanıt vermediği belirtiliyor.

Salinger, 1950'lerin ikinci yarısından itibaren New Yorker dergisinde yedi tuhaf kardeşli Glass Ailesi'nin birbirine bağlı uzun öykülerini yayımlamaya başladı.

Yazar bu öykülerini, 'Franny ve Zooey', 'Raise High the Roof Beam, ' Carpenters and Seymour: An Introduction adlarıyla kitaplaştırdı.

Salinger'ın son eseri 1965 yılında yayınlamıştı.

Ölümüyle birlikte, Salinger'ın yayımlanmamış eserleri olabileceği yönündeki dedikodular artmıştı.

Salinger de, ender verdiği röportajlardan birinde 'Yazmayı seviyorum ve sizi temin ederim düzenli olarak yazıyorum. Ancak ben kendim için yazıyorum ve bunu yapabilmem için kesinlikle yalnız bırakılmam gerekiyor' diyerek yayımlanmamış eserleri olduğu konusunda ipucu vermişti.


www.t24.com.tr

28 Ocak 2010 Perşembe

DERGİ: Adam Öykü

Bir zamanlar Beşiktaş'ta Barbaros iskelesinin yanındaki çınarların altında okurdum bu dergiyi.

Kahve ve tütün eşliğinde, denize karşı...

Şimdi orası başbakanlık çalışma ofisi olmuş, ben İstanbul'dan göçmüşüm, dergi kapanmış...



Adam Öykü, Kasım 1995 - Ağustos 2005 tarihleri arasında Adam Yayınlarınca yayımlanmış iki aylık öykü dergisi.

Adam Öykü'nün genel yayın yönetmenliğini ve sorumlu yazıişleri müdürlüğünü eleştirmen Semih Gümüş yürütmekteydi. Semih Gümüş'ün Adam Yayınları'ndan ayrılması ile birlikte dergi yayımına son verdi. Dergide tanınmış yazarlarla birlikte birçok yeni yazar da ilk öykülerini yayınlama olanağına kavuştu. Adam Öykü, özellikle 1990 kuşağı diye adlandırılan kuşağın sesini duyurmasını sağlayan dergilerden birisi oldu.

ON THE ROAD - Jack Kerouac

Jack Kerouac ve Yolda üzerine, kitabın yayımlandığı 1957 senesinden beri çok şey yazıldı.

Edebiyatla az çok ilişki içinde olan herkes, Yolda’yı okumamış olanlar bile, şöyle bir hafızalarını yokladıklarında Kerouac ve Beat Kuşağı ile ilgili birkaç bilgi kırıntısına rastlayacaklardır.

Caz, felsefe, başkaldırı, yalnızlık, belirsizlik, yol, otostop, özlem, haz, alkol, ot, seks, mutsuzluk ve arayış gibi kelimeler bu bilgi kırıntılarının arasında ilk karşılaşacaklarımız olsa da kitabı bu şekilde özetlemeye kalkmak en başta bir döneme damgasını vurmuş ve zaman içinde bir kült kitaba dönüşmüş olan Yolda’nın yazarı Kerouac’a, sonra da peşinden sürüklediği binlerce insana haksızlık olur.

İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Amerika’da zararsız, rahat ve kolay elde edilebilir orta sınıf değerleri pompalanırken, Jack Kerouac, Allen Ginsberg, William S. Burroughs ve Neal Cassady başta olmak üzere bir avuç insan bu değerleri hiçe sayıp sürüden ayrılarak, önüne geçilemeyecek bir karşı kültür hareketinin, bir gençlik isyanının öncülüğünü üstlenmiş oldular.

Jack Kerouac’ın Yolda’sının Beat Kuşağı’nın “el kitabı” sayılmasının temel sebeplerinden biri de kitabın en saf haliyle gerçekleri yansıtıyor olmasıdır. Yazım aşamasında Kerouac’ın asıl amacı olayları aynı hızda, aynı ritimle, aynı heyecanla ve aynen yaşandığı, o anda hissedildiği gibi kâğıt üzerine aktarmaktır. Bunu sağlayabilmek için daktilosunda tek bir rulo kullanır, cümleleri nokta yerine çizgi koyarak bitirir, noktalama işareti ve paragraf kullanmaz, hiç ara vermez… Kelimeleri ardı ardına sıralarken, kelimelerin anlamlarına olduğu kadar tınılarına da önem verir… Gerçekten de üç hafta boyunca hiç ara vermeksizin, amfetamin ve kahveyle uyanık kalarak, “yol kadar hızlı”, “bir caz parçası kadar ritmik ve spontan” bir eser ortaya çıkarır Kerouac.

Daha ilk sayfalarda Kerouac, kitabın anlatıcısı Sal Paradise’ın ağzından, Dean ve Carlo’dan bahsederken der ki; ” … mutluluk ve zevkten kendilerinden geçmişçesine dans ediyorlardı sokaklarda, bense ilgimi çeken insanlar söz konusu olduğunda hep yaptığım gibi peşlerinden sürükleniyordum, çünkü benim için yalnız çılgın insanlar önemlidir, yaşamak için çıldıranlar, konuşmak için çıldıranlar, kurtarılmak için çıldıranlar, aynı anda her şeyi birden arzulayanlar, hiç esnemeyen, beylik laflar etmeyen, yıldızların arasında örümcekler çizerek patlayan ve en ortalarındaki mavi ışığı görenlere, ‘Vay canına!’ dedirten o muhteşem sarı maytaplar gibi yanan, yanan, yanan insanlar.” (s. 14) Böylece hem kendisini hareket edenden çok takip eden konumuna yerleştirmiş, hem de bize Beat’lerin bir tanımını yapmış olur. Kitabın devamındaysa bu tanımın Dean ile özdeşleştiğine tanık oluruz; “Orta yerde, lambaların altında, perişan, yenik düşmüş bir budala rolünde dikiliyordu; deli, kemikli yüzü ter içindeydi, damarları dışarı fırlayacakmış gibi atıyordu. ‘Evet, evet, evet,’ deyip duruyordu içine müthiş şeyler doğuyormuşçasına, ki bence doğuyordu, eminim bundan, ötekiler ise şüphe ve korku içindeydiler. O bir BEAT’ti – huzur ve mutluluk verenin kökü, ruhu. Kutsayan kaynak, kutsayan ruh.” (s. 202) Dean Moriarty yaşam enerjisi, huzursuzluğu, gezginliği, serseriliği, deliliği, heyecanı, korkusuzluğu, masumiyeti, aidiyetsizliği ve “suça bulaşmışlığı” ile Beat Kuşağı’nın efsanevi çocuğudur; Sal’in hayalinin vücut bulmuş halidir. Ve yol boyunca işte bu hayalin peşinden sürüklenir Sal/Jack, okuyucuyu da ardı sıra sürükleyerek…


Jean-Louis Lebris de Kerouac (12 Mart 1922 - 21 Ekim 1969) ABD'li yazar, ozan ve Beat kuşağının öncülerinden.

Jack Kerouac 12 Mart 1922’de Lowell/Massachusetts’te doğdu. Yolda (On The Road) adlı romanın yazarı olarak, beat hareketinin lideri ve sözcüsü haline geldi.

Kerouac, Columbia Üniversitesi’nde öğrenim gördü. Yarı otobiyografik bir roman olan Yolda, kaygısız beat hayatının örneklerini sunuyordu. Hikayenin ana kahramanı, arkadaşı Dean Moriarty (Kerouac bu karakteri beat yazarı arkadaşı Neal Cassady’den esinlenerek yaratmıştı) ile otostop çekerek ülkeyi baştan başa dolaşıyor, günlük arkadaşlıkların ve aşkların tadını çıkarıyordu. Ana kahramanların anti-materyalist hayat tarzları okuyucu tarafından çok sevildi ve Kerouac neredeyse efsanevi bir kişilik haline geldi.

Kerouac İngilizce’yi ikinci dil olarak öğrenmişti. Ailesi aslen Fransız-Kanadalı’ydı. Bir süre Deniz Kuvvetleri’nde görev yaptı, fakat şizoid bir kişiliği olduğu gerekçesiyle buradan uzaklaştırıldı. Ardından deniz ticaretine yöneldi. Sonunda gezgin olmaya karar verdi ve bu kararı gelecekteki edebi çizgisini belirledi.

İlk kitabı The Town and the City 1950’de yayımlandı. Kerouac, geleneklerle ve çağın standart roman anlayışıyla mücadele ediyordu. Yolda, üç haftadan az bir süre içinde yazılmıştı ve yeni bir tarz ortaya koyuyordu. Bu spontane ve görünüşe göre redaksiyondan geçmemiş yazım tarzı, enerjisiyle, tanınmış yazarları oldukça şaşırtmakla beraber, Kerouac’a hak ettiği bir ün kazandırdı.

Kerouac’ın bütün kitaplarının otobiyografik olduğu söylenir. Aslında bunu özellikle belirtmek gereksizdir çünkü yazarların yaşamlarının, eserleri üzerindeki etkisi açık seçik ortadadır. Kerouac, yazar ve sanatçı arkadaşları Allen Ginsberg, Corso, William S. Burroughs ve Gary Snyder ile birlikte, romanlarında ortaya koyduğu hayatı yaşadı ve Amerikan Edebiyatı’nı büyük ölçüde etkileyen beat kuşağı yazarlarından biri oldu.

Romanlarından biri olan Dharma Bumbs (Zen Kaçıkları) da aynı şekilde beat döneminde var olan kişilerin yaşantılarını anlatmaktadır. Roman karakterlerinden Ray Smith Kerouac'ın ta kendisi olduğu gibi, kitabın Japhy Ryder'ı, Gary Snyder'ı ve Alvah Goldbook ise, Allen Gingsberg'i adeta birebir canlandırmaktadır.

İngilizce`yi 6 yaşında öğrenmesine rağmen (anne ve babası Quebec`lidir), Amerika`nın en önemli yazarlarından biri olarak kabul edilir.

Göçmen bir ailenin çocuğu olan Kerouac, hayatı boyunca nereye ait olduğunu aradı. Bu arayış içinde, yaşadığı toplumun ve dönemin değerlerini reddetmeye çalışan Jack Kerouac`in yazılarında hayatına bir anlam bulma ve toplumun kalıplarını kırma çabası görülmektedir. Bu arayış Kerouac`ı zaman zaman uyuşturuculara da yakınlaştırmıştır. Yazarın en bilinen eseri, 1957'de yayınlanan otobiyografik bir roman olan On the Road'dur (Yolda).

BİR İNSAN ÜÇ HABER - Kazancı Bedih


Kazancı Bedih eski mesleğine geri döndü.

21.09.2003 - Yeni Mesaj


Sıra Geceleri’nin ünlü ismi KazancıBedih, sanat hayatından artık yorulduğunu belirterek, kazancılık mesleğine geri döndüğünü söyledi. Kazancı Bedih (76), yüzyıllık Sıra Gecesi geleneğine, 60 yıldan bu yana hoyratlarıyla (uzun hava) hayat vermeye çalıştığını, ömrünün kalan kısmında ise dinleyici olacağını belirtti. Çocukluğunda kazancılık yaptığını ve sanat hayatına başlamasıyla mesleğini unutma noktasına geldiğini ifade eden Kazancı Bedih, şöyle dedi: “Üstelik kazancılık mesleğini de özledim. Gençlerin de önünün açılması gerektiğini inanıyorum.

Şanlıurfa’nın tarihi mekanlarından Balıklıgöl civarındaki Bakırcılar Çarşısı’nda, çaydanlık tamiri yaparak zaman geçirdiğini, 70 yaşından sonra bir şov programında tesadüfen yakaladığı şöhretin kendisi için çok da önemli olmadığını anlatan Kazancı Bedih, şöyle dedi: “Yıllarca, sıra gecelerinde asırlık bir geleneği yaşatmaya çalıştım. Kimi zaman Fuzuli’nin, kimi zaman Karacaoğlan’ın tarzından etkilendim. Kendi tarzımı oluşturabilmek için çok çalıştım. Yaklaşık 16 bin gazeli makamı ile ezberledim. İbrahim Tatlıses, İzzet Altınmeşe ve Mahmut Tuncer gibi ünlü isimlerle birçok önemli eseri paylaştım, onlara ilham kaynağı oldum.”



Kazancı Bedih soba kurbanı


19.01.2004
- Radikal

Sıra Geceleri'nin ünlü ismi 'Kazancı Bedih' lakaplı Bedih Yoluk ile dördüncü eşi Fatma Yoluk, sobadan sızan gazdan zehirlenerek öldü.

Şanlıurfa'nın Bıçakçılar Mahallesi'nde oturan Kazancı Bedih (76) ve eşi, öğle saatlerinde yakınları tarafından ölü bulundu. Bedih ve dördüncü eşi Fatma Yoluk'un sobadan sızan gaz nedeniyle yaşamlarını yitirdikleri belirlendi. Yakınları, Kazancı Bedih'i dün gece soğuk algınlığı nedeniyle Şanlıurfa Devlet Hastanesi'ne kaldırdıklarını belirterek, "Devlet Hastanesi'nde tedavi edildikten sonra eve getirdik. Sabah eve geldiğimizde ikisinin cansız bedeniyle karşılaştık" diye konuştu.


Kazancı Bedih'e buruk anma

17.01.2010
- bizimhaber.com



Urfalı ünlü gazelhan "Kazancı Bedih' olarak tanınan yöreye özgü "sıra geceleri'nin aranan ismi Bedih Yoluk, vefatının 6'ncı yılında mezarı başında 2'si oğlu sadece 14 kişi tarafından anıldı.

Şanlıurfa Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü, 2004'te hayata veda eden Kazancı Bedih'in 6'ncı ölüm yıldönümü nedeniyle Bediüzzaman Aile Mezarlığı'nda anma töreni yapıldı. Anma törenine, ünlü gazelhanın çocukları Naci ve Hacı Yoluk, Belediye Kültür ve Sosyal İşler Müdürü Necmi Karadağ ile sadece 11 seveni katıldı. Sıra geceleri ustasının kabri başında 14 kişi, okunan Kuran- ı Kerim'i dinledi. Anma törenine katılan 14 kişi, daha sonra ünlü gazelhana dua edip, mezarına karanfil bıraktı. Kazancı Bedih'in küçük oğlu Naci Yoluk ile ağabeyi Hacı Yoluk kendilerini hatırlayanlara teşekkür etti.


kazancı bedih - tükendi naktı ömrüm



HAYATI

Kazancı Bedih 1929 yılında Şanlıurfa’nın Siverekli Mahallesi’nde doğdu. Babası Dalyanlardan Culhacı (Dokumacı) Halil, annesi Şatıroğullarından Zemzem’di.
Müzikle ilgisi küçük yaşlarda başlayan Kazancı Bedih, ailenin tek çocuğu olduğundan babasının ısrarıyla 14 yaşında evlendi.
Asıl mesleği kazancılıktır; bu nedenle kendisine ‘Kazancı Bedih’ denilmekte idi. Kazancı olarak ilk ustası Hasan Diyar’dı ve uzun zaman bu ustanın yanında çalışmıştı. Daha sonra Aziz ve Kadir Ucar Usta’ların yanında kazancılık yapmıştır.
1949 yılında askere gitmiş, Bingöl’de, ve Elazığ’da Bando Bölüğü’nde askerliğini tamamlamıştır. Sonra belediyeye girmiş ve 26 yıl çalıştıktan sonra 1986 yılında emekli olmuştur.
Boş gezmemek ve geçimini sağlamak için son olarak Eski Hal pazarı civarında demlik ve cezve tamiriyle ilgili küçük bir dükkan açmış bu işi yapmaktaydı. Ayrıca bir mevlüt grubuyla birlikte mevlütlere gidip ilahi ve gazel okumaktaydı.
Şanlıurfa’nın yetiştirmiş olduğu en ünlü gazelhanlardan olup, Fuzuli, Nabi, Nezihe, Furugi, Abdi gibi çeşitli şairlerin gazellerini Şanlıurfa makam geleneğine uygun olarak, davûdî ve etkileyici sesiyle okurdu.
Bir güfteyi farklı makamlarda icra edebilme meziyetine sahip olan Bedih, ud, tambur ve cümbüş çalmasını da çok iyi bilmekteydi.
Gazelin yanında çok güzel maya, hoyrat ve türkü de okumakta olan Bedih, eserleri kendine has bir tavırla icra etmekteydi. Çok bilinen bir maya, Kazancı Bedih’in okuyuşuyla değişik bir anlam kazanırdı.
İbrahim Tatlıses, Selahattin Alpay gibi birçok ünlü sanatçı da dahil olmak üzere, kendisinden sonra yetişen bir çok ses sanatçısı, gazel okurken Kazancı Bedih’i taklit ederek onun tavrında okumaya çalıştılar. Kazancı Bedih, gazelleri çok güzel okuduğundan dolayı kendisine ‘Pir’ denilmekte idi.


MÜZİK YAŞANTISI

Babası, gençlik yıllarında Bedih’i beraberinde Mecbelbahır’a götürdü. Mecbelbahır, Balıklıgöl’den çıkan suyun bir kanalla Hasan Paşa Camii’ne geçtiği yerde ağaların ve yeşilliğin olduğu bir yerdi. Mekanı çay bahçesi olarak çalıştıran kişi müziğe çok meraklıydı ve kurduğu gramofondan, müşterilerine günün en sevilen sanat müziği parçalarını, Hafız Burhan, Müzeyyen Senar, Safiye Ayla gibi ünlü sanatçıları dinletirdi.
Zaman zaman Mukim Tahir gibi o devrin ünlü sanatçıları dinlenmeye oraya gelir ve okurlardı.
Kazancı Bedih de babasıyla Mecbelbahır’a gider, gramofondan ünlü sesleri ve ustalarının sohbetlerini dinlerdi.
Müziğe olan merakı bu şekilde gelişti ve cümbüş çalmaya merak sardı. Hafız Ahmet, Hafız Culha, Hafız Dellek Mahmut ve Şükrü Hafız’ı çeşitli müzik meclislerinde dinledi. Bir kısmı ile müzik meclislerine katıldı.
Şanlıurfa’da eskiden müzik gruplarına ‘Takım’ denirdi ve bir yere çağrıldığında herkes takımı ile giderdi.
Kazancı Bedih’in takım arkadaşları Mehmet Çelik, Ali Kanun, Hasan Diyar, Necip Şıbe, Çırçır Mahe, Şıhmüslüm Görgün, Nacar Celal, Mustafa Usta’ydı.
Sonraları, Tenekeci Mahmut, Aziz Çekirge, Gacı İmam Kayıs, Cuan Mahe ile çeşitli müzik meclislerine katıldı. Bunların dışında Seyfettin Sucu, demir İzzet, Mahmut Coşkunses, İbrahim Tatlıses, Kadir Sema gibi birçok ses sanatçısı ile müzik meclislerinde bulunmuştur.



HİÇ PLAK YAPMADI

Hiç plak yapmadı. Kasnak teybin Şanlıurfa’ya gelişinden sonra bant yapma meraklılarının aranan kişisi oldu ve yüzlerce mahalli banda herhangi bir ücret almadan gazel, maya ve türkü okudu.
Kazancı Bedih, müzik meclislerinde birçok şairin gazelini kendi tavrına göre çeşitli makamlarda okurdu.
Sık okuduğu gazeller şöyle sıralanabilir: Nezihe Hanım’dan ‘Gümrahlarını goncayı zibaya değişmem’, ‘Sabret gönül eyyamı yare de kalmaz’, Kuddüs’den, ‘Aldanma gönül devleti ikbale güvenme’, Abdi Efendi’den ‘Hüsnün senin ey dilber nadide kamer mi’, ‘Nice bir nar’ı aşkınla ciğer yansın kebap olsun’, Fuzuli’den ‘Öyle sermestem ki idrak etmezem dünya nedir’, Nabi’den ‘Sakın terk-i edepten kuy-umah-bubu hudadır bu’, Baba Kâni’den ‘Gamı Aşkın-la ahvalim perişan oldu gettikçe’ Ruhi’den ‘Nice bir dağdağa ile berbad olalım’, Muharrem Hoca’dan ‘Karadan ağa dönüp dest-i dilara okuruz’.

ZORLUKLA OKUYUP YAZIYORDU

Okur yazar olmadığı için önceleri gazelleri dinleme yoluyla ezberleyen, ama uzun gazelleri bu şekilde öğrenmek zor olduğu için gece mektebine giden Kazancı Bedih, pek iyi olmasa da okuyabiliyor, meramını anlatabilecek kadar da yazabiliyordu.
Bazen sanat müziğinden bir şarkıyı kendi üslubunda, değişik bir yorumla uzun hava gibi okurdu. Buna örnek olarak rast makamındaki ‘Kara gözlüm efkarlanma gül gayri’ şarkısı gösterilebilir. Bu şarkıyı başka makamda uzun hava olarak bir çok meclislerde okumuş ve dinleyenlerin beğenisini kazanmıştır.
Bundan başka ‘Yeşil kurbağalar’, ‘Eminem’, ‘Atıma verdiler sarı samanı’, ‘Neyleyim de Karamanın elini’, ‘Kara göz’ gibi uzun havaları kendi uslubuyla çok güzel şekilde okumaktadır.
Yüzlerce mahalli kasetin yanında İstanbul’da doldurulan kasetlerde de gazel, maya ve türkü okumuştur.
Urfa Gecelik isimli kasetler dizisinde okuduğu gazeller, yurt çapında çok beğenilmiştir.
Bugün gazel okuyan bir çok kişiyi yetiştirmiştir. Birçok kişi de mahalli bantlarını dinleyerek ondan faydalanmıştır. Yetiştirdiği kişilerden biri de oğlu Naci Yoluk’tur. Oğlu da kendisi gibi ud çalıp, gazel okuyarak gazel okuma geleneğini sürdürmektedir. Sesi ve okuma tavrı babasına çok benzemektedir.

27 Ocak 2010 Çarşamba

RADYO YOLDAŞTIR YOLCUYA...

İnternetten dinlemek için ideal iki radyo :

Kesintisiz caz ve klasik müzik...

Ayrıca internetten sitesinden o anda çalan, çalınmış ve çalınacak parçaların listesi canlı takip edilebiliyor...

http://www.radioswissjazz.ch/en




http://www.radioswissclassic.ch/en





"Kâinatın tüm seslerine, renklerine ve titreşimlerine Açık Radyo"



AÇIK RADYO PROGRAMLARINDAN SEÇMELER :

PAZARTESİ 14:00

Adeta Dörtnala

Emin Mahir Başdoğan
Atlar, atçılar, atlılar...

PAZARTESİ 15:30

Yolgeçen

Rahmi Öğdül
Hayatî ve kitabî patikaların kesiştiği yol
ağızlarında ayaküstü konuşmalar

PAZARTESİ 21:00

Vertigo

Hilmi Tezgör
Savrulan şarkılar

PAZARTESİ 24:00

Harita Metod Defteri

Halil Turhanlı
Müzik tarihine alternatif bakış

SALI 11:00

Deniz Aşırı

Deniz Pak
Bozcaadalılar, adaya yolu düşenler ve
adanın kıyısına vuranlar...

SALI 14:00

Kurşun Asker

Cem Kum ve Cem Ozil
Savaş tarihi

SALI 21:00

Gitaresk

Jak Kohen
Neo-klasik rock ve fusion

SALI 22:00

Esintiler

Seda Binbaşgil
Jazz

ÇARŞAMBA 11:00

Metropolitika

Aysim Türkmen ve Korhan Gümüş
Kent ve kentlilik üzerine tartışmalar

ÇARŞAMBA 22:00

Ayın Karanlık Yüzü

Yosi Falay
Bir albüm

ÇARŞAMBA 23:00

Caz Portreleri

Mustafa Aykın
Ayrıntılı caz tiplemeleri

PERŞEMBE 10:30

Milâttan Önce, Milâttan Sonra

Nermin Bayçın
Arkeolojinin seyir defterinde geçmişten
günümüze yolculuklar...

PERŞEMBE 13:00

Şehre Giden Yol

Mustafa Şenocak
Bir İstanbul programı

PERŞEMBE 14:30

Alla Turca

Ali Pınar ve Hande Akkan
Türkiye'den klâsik müzik yorumcuları ve
bestekârları

PERŞEMBE 23:00

Stalker

Fatih Rağbet ve Yıldırım Arıcı
Herkesin ve hiçkimsenin programı

CUMA 14:30

Wanderer

Can Denizci
Müzik denizinde derin bir yolculuk

CUMA 15:30

Sinefil

Melis Behlil ve Yeşim Burul Seven
Sinemasever muhabbetleri

CUMA 21:00

Aşağı Mahalle
Ümit Baykara
New York Downtown Caz ve ötesi...

CUMARTESİ 09:00

Gitarissimo
Muzaffer Çorlu
Klasik gitar

CUMARTESİ 13:00

Açık Deniz
Beysun Gökçin
Üç tarafı denizlerle çevrili bir radyo programı

CUMARTESİ 16:00

Sandıktaki Sesler
Ariana Ferentinou ve Niyazi Dalyancı
Anadolu'da Rum müziği,Yunan Şarkısının Yüz Yılı

PAZAR 17:00

Öteki Caz
Şevket Akıncı, Volkan Terzioğlu, Korhan Erel, Robert Reigle
Özgür caz, özgür doğaçlama ve ötesi

PAZAR 19:00

Evvel Zamanda
Ahmet Çakaloz
Klasik dönem öncesi klasik müzik

HİÇ - ERKAN OĞUR



Zahid Bizi Tan Eyleme

Zahid bizi tan eyleme
Hak ismin okur dilimiz
Sakın efsane söyleme
Hazrete varır yolumuz
Sayılmayız parmağ ile
Tükenmeyiz kırmağ ile
Taşramızdan sormağ ile
Kimse bilmez ahvalimiz
Erenlerin çoktur yolu
Cümlesine dedik beli
Gören bizi sanar deli
Usludan yeğdir delimiz
Muhy-i ola sana himmet
Aşık isen cana minnet
Cümle alemlere rahmet
Saçar şu yoksul elimiz
"Bütün Halklar İçin"


Yüzün Gördüm Dedim

Söz - Müzik : Kul Nesimi

Yüzün gördüm dedik Elhamdülillah
Boyun gördüm okudum Kulhuvallah
Müselsel zülfünü gördüm muanber
Mukavves kaşların Nasrunminallah
"Biz Allah'ın boyasıyla boyanmışız, Allah'tan daha güzel boyasıl var mı ki ?
Biz ona kulluk edenleriz."
Bakara 138

Güzel Aşık Çevrimizi

Söz - Müzik : Aşık Daimi

Güzel Aşık Cevrimizi
Çekemezsin Demedim Mi
Bu Bir Rıza Lokmasıdır
Yiyemezsin Demedim Mi
Yemeyenler Kalır Naçar
Gözlerinden Kanlar Saçar
Bu Bir Demdir Gelir Geçer
Duyamazsın Demedim Mi
Gidelim Ali Sırrına
Çıkalım Meydan Yerine
Canı Baştan Hak Yoluna
Koyamazsın Demedim Mi
Dervişlik Ulu Dernektir
Görene Büyük Örnektir
Yensiz Yakasız Gömlektir
Giyemezsin Demedim Mi
Bak Şu Aşığın Haline
Ne Gelse Söyler Diline
Küfür İmanın Yoluna
Sayamazsın Demedim Mi
Pir Sultan Ali Şahımız
Hakka Ulaşır Rahımız
Oniki İmam Penahımız
Uyamazsın Demedim Mi




Erkan Oğur, Türk müzisyen.

Doğum tarihi 1954
Doğum yeri Türkiye
Eğitimi İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı Mezunu
Mesleği Müzisyen


1954 yılında Ankara'da doğup, çocukluğunu Elazığ'da geçirmiştir. Müziğe 4 yaşından itibaren keman, bağlama ve cümbüş çalarak başladı. Onu Halk Müziği icrası konusunde teşvik eden ilkokul müzik öğretmeni "İlkokulu bitirdiğinde bizim yöreden çalmadığı saz kalmamıştı." diyor. Müziğe başlamasında Jimi Hendrix etkili olmuştur. 1976'da perdesiz gitarı icat etti. Liseyi Ankara'da tamamladı. Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Fizik-Kimya Mühendisliği ile başladığı üniversite hayatına Münih Üniversitesi Fizik Bölümü'nde okuyarak devam etti. Müzisyen olmaya karar verdikten sonra eğitim görmek için Türkiye'ye döndü. İstanbul Devlet Konservatuarı Klasik Türk Müziği bölümünden mezun oldu. Çalışmalarında ağırlıklı olarak kopuz ya da dede bağlama, ud, e-bow, perdesiz gitar, klasik gitar, elektro gitar'ı ve sesini kullandı. Bunlar dışında birçok enstrümanı da albümlerinde başarılı bir şekilde çalmıştır. En son iki cd'lik Telvin albümünde doğaçlama caz denemeleri yapmıştır. Fretless albümü çıktığı yıl Avrupa'da yılın yaratıcı albümü seçilmiştir. Bir Ömürlük Misafir albümü olarak Türkiye'de daha sonra yayınlanmıştır. Türk müziğine icracı ve yorumcu olarak devasa katkılar yapmıştır. Perdesiz Gitar'ı ve Perdesiz Bağlama'yı icad eden kişidir. Dünya Müzik literatüründe yerini almıştır.

Albümleri


PORTRE: Paul Auster


Paul Auster, 3 Şubat 1947 yılında Queenie Auster ve Samuel Auster’ın oğlu olarak Amerika’da dünyaya geldi. Annesi Queenie yanlış bir evlilik yaptığını fark ettiğinde Paul Auster’a hamileydi. Dolayısıyla eşinden boşanmadı.

Çocukluğu South Orange ve Maplewood banliyölerinde geçen Auster üç buçuk yaşındayken, dünyaya gelen kız kardeşi, daha sonraları psikolojik olarak rahatsızlandı. Yazar yıllar sonra kaleme alacağı biyografisi "Hand To Mouth"’ta o dönem hissettiklerini açıklarken, “Kendi evinde sürgün” ifadesini kullanacaktı.

1959’da babası kentin en prestijli semtinde bir ev satın aldı. Ailecek buraya yerleşen Austerlar, küçük oğullarının edebiyata duyduğu büyük ilgiyi fark ettiler. Çünkü Paul Auster’ın amcası, Allen Mandelbaum, yetenekli bir çevirmendi ve Avrupa seyahatine çıkarken çevirdiği yüzlerce kitabı Austerlara bırakmıştı. Paul Auster bu kitaplar sayesinde edebiyat dünyasıyla tanıştı. Henüz bir yeniyetmeyken şiirler yazmaya başladı ve amcasıyla kurduğu yakınlık, yazar olarak gelişmesinde oldukça etkili oldu.

Maplewood’ta yüksek okul eğitimini tamamladıktan sonra, birçok Avrupa ülkesini gezdi. James Joyce’a duyduğu saygı ve hayranlık onu İrlanda, Dublin’e de götürdü. Avrupa gezisinin ardından Amerika’ya dönüp, Columbia Üniversitesi'ne kaydoldu. 1967’de okul tarafından, eğitimine Paris’te devam etmesi için Fransa’ya gönderildi. Ancak okulun akademik ağırlığı ve programların rutinliğinden sıkıldığı için eğitimini yarıda kesip, üniversiteden ayrıldı. Rue Clément’te küçük bir otelde yaşamaya başlayan yazar, Amerika’daki dekanının isteğiyle Columbia Üniversitesi’ndeki eğitimine yeniden başladı.

1970 yılında, mezuniyetinin hemen ardından, Fransa’ya taşındı. Fransız edebiyatının önemli eserlerini İngilizceye çevirerek hayatını kazanan yazar, 1974’te tekrar Amerika’ya döndü. Aynı yıl 6 Ekim’de kendisi gibi yazar olan Lydia Davis’le evlendi. Çift kitap çevirileri yapıyordu ve Auster o dönemde aralarında New York Review of Books, Commentary ve Harper's gibi birçok ulusal yayın da bulunan gazetelerde edebiyat eleştirmenliği yapmaya başladı. Kendi romanlarını, şiirlerini ve denemelerini de yayınlatan yazar, Jean-Paul Sartre, Stéphane Mallarmé, Joseph Joubert gibi Fransız edebiyatının başarılı isimlerinin eserlerini, yaptığı İngilizce çevirilerle Amerika’da bastırdı.

1977’de oğlu Daniel Auster dünyaya geldi. Bu tarihte yürümeyen bir evliliği, küçük bir oğlu, kıt bir geliri olan, maddi ve manevi açıdan tıkanmış yazarın 14 Ocak 1979’ta babası öldü. Evliliği bitti ve yalnız kaldı. Ancak babasından kalan miras sayesinde kendini yazmaya adadı. Bu dönemle ilgili McCaffery ve Gregory’e yaptığı bir açıklamada: “Hayatımda ilk defa, yazmak için ev kirasını ve diğer sorunları düşünmeden bu kadar uzun zaman bulabiliyorum.”demişti.

Lydia Davis’ten boşandıktan sonra, 1981’de Norveçli yazar Siri Hustvedt’la ikinci evliliğini yaptı. Bu evlilikten ikinci çocuğu olan Sophie Auster dünyaya geldi.

1986’da Princeton University’de doçentlik yapmaya başlayan Auster, 1990 yılına kadar akademisyenliğe devam etti. Yirminci yüzyıl Fransız şiiri üzerine önemli bir antoloji yayınlayan yazar, 1982’ de babası Samuel Auster’ i konu aldığı yaşamöyküsel romanı "Yalnızlığın Keşfi" adlı ilk kitabını yazdı.

1990 yılında yayınladığı "The Music Of Chance" (Şansın Müziği) romanı ile, PEN/Faulkner ödülüne aday olarak gösterildi ve kitap sinema sektöründen birçok insanın ilgisini çekti.

1995’te başrolünde Harvey Keitel’ın oynadığı “Smoke” filminin senaryosunu yazdı. Ayrıca ilk yönetmenlik denemesini de bu filmde Wayne Wang ile birlikte yapan Auster, 1995 yılından sonra senarist ve yönetmen olarak bir çok filme imzasını attı.

2006 yılında daha önce Günter Grass, Arthur Miller ve Mario Vargas Llosa’a da verilen Prince of Asturias ödülünün sahibi oldu.

Paul Auster savaş karşıtı duruşunu One Ring Zero’nun bestesini yaptığı King George Blues’ta gösterdi. George Bush’u ve onun savaş politikalarını eleştiren şarkının sözlerini yazan Auster, Bush’a “Baştan ayağa her yerin öyle korkutuyor ki beni / Nasıl bu kadar kötü olabiliyorsun?” diye soruyordu.

Paul Auster ayrıca PEN American Center’ın başkan yardımcılığını da yapmaktadır.

Kitapları

The New York Trilogy (1987) (New York Üçlemesi) City of Glass (1985) (Cam Kent) Ghosts (1986) (Hayaletler) The Locked Room (1986) (Kilitli Oda) In the Country of Last Things (1987) (Son Şeyler Ülkesinde) Moon Palace (1989) (Ay Sarayı) The Music of Chance (1990) (Şans Müziği) Leviathan (1992) Auggie Wren's Christmas Story (1992) Mr. Vertigo (1994) (Yükseklik Korkusu) Timbuktu (1999) The Book of Illusions (2002) (Yanılsamalar Kitabı) Oracle Night (2004) (Kehanet Gecesi) The Brooklyn Follies (2005) Travels in the Scriptorium (2006)

Şiirleri

Disappearances: Selected Poems (1988) Ground Work (1990) Selected Poems (1998) Collected Poems (2004)

Senaryoları ve Filmleri

Smoke (1995) Blue in the Face (1995) Lulu on the Bridge (1998) The Center of the World (2001) The Inner Life of Martin Frost (2006) In the Country of Last things (2007)

Deneme ve Otobiyografileri

The Art of Hunger (1982) The Invention of Solitude (1982) The Red Notebook (1995) Why Write (1996) Hand to Mouth (1997)

www.biyografi.info

FİLM: Smoke

Şöyle bütün bir yılın yorgunluğunun
omuzlarına yüklendiği o son Aralık haftası
-şartta değil hani başka bir zamanda olur belki-
önce filmi saymadığımız kaçıncı tekrarda
tekrar seyredip;
sonra eski İstanbul'a doğru,
belki Galataya, belki Sultanahmete
belki Balat'a...
hiç konuşmadan sessizce yürüyüp
ve bir köşede oturup
ruhunu elindeki tütünün
dumanıyla
bırakıvermeli İstanbul'a...
martılara...
yollara..
h.a.

Filmin Fragmanı

Tür :
Dram
Yönetmen : Wayne Wang
Senaryo :
Paul Auster
Görüntü Yönetmeni : Adam Holender
Müzik : Rachel Portman , Tom Waits
Yapım : 1995, Almanya / ABD , 112 dk.

Oyuncular

Giancarlo Esposito (Tommy) , José Zúñiga (Jerry) , Stephen Gevedon (Dennis/Steve Gevedon) , Harvey Keitel (Augustus 'Auggie' Wren) , Jared Harris (Jimmy Rose) , William Hurt (Paul Benjamin-Yazar)

Bu filmin ilginç bir öyküsü var. 1990 yılında "The New York Times" gazetesi, yazar Paul Auster'den bir Noel hikayesi yazmasini ister. Bu istek sonucunda ortaya çıkan "Auggie Wren's Christmas Story" isimli hikaye, Smoke'un senaryosu için temel oluşturur.

Wayne Wang'ın yönettiği ve Brooklyn'deki bir tütün dükkanında geçen film için, Auster öyküyü, hayatları Auggie Wren ile kesişen dört yeni karakter ekleyerek genişletti. Mahallenin buluşma yeri olan dükkanın işletmecisi Auggie rolünde, Harvey Keitel, muhteşem bir performans sergiledi.

Diğer karakterleri oluşturan; önü kesilmiş bir yazar olan Paul (William Hurt), başbelası bir delikanlı Rashid, Auggie'nin eski sevgilisi Ruby ve diğerleri, yazın bir kaç günü boyunca bir arkadaşlık ağı kurarlar.

Bundan önce, romanı Şans Müziği'ni oldukça sıkı bir stilde sinemaya uyarlayan Auster bu kez epey gevşek ve doğaçlamaya açık bir üslup tutturuyor; karakterlerini kendi hayatları hakkında konuşmak üzere serbest bırakıyor.

Asıl noel hikayesi ise en sonda Tom Waits müziğinin önünde ve siyah beyaz olarak oynuyor.

Tom Waits - Innocent when you dream


ALTYAZI



PAUL: Hepsi aynı

AUGGIE: (Gururla gülümseyerek) Doğru. Aynı yerin dört bini aşkın fotoğrafı. 3. sokak ile 17. caddenin kesiştiği köşe,sabah saat sekizde. Her türlü havada dört bin adet gün. Bu yüzden hiç tatile çıkamıyorum. Her sabah aynı yer, aynı zaman

PAUL: Böyle bir şeyi ilk kez görüyorum.

AUGGIE: Projem bu. Hayatımın işi diyebilirim.

PAUL: İnanılmaz. Bu fikir nereden aklına geldi, bu proje?

AUGGIE: Bilmem öylesine aklıma geldi.Burası benim köşem ne de olsa. Dünyanın küçük bir köşesi, ama burada da olaylar oluyor, her yerde olduğu gibi. Kendi küçük köşemin dökümü

PAUL: İnsanın dili tutuluyor.

AUGGIE: Yavaşlamazsan bir şey anlamazsın dostum.

PAUL: Ne demek istiyorsun?

AUGGIE: Demek istediğim şu, çok hızlı gidiyorsun. Resimlere bakmıyorsun bile.

PAUL: Ama hepsi aynı

AUGGIE: Hepsi aynı ama her biri birbirinden farklı. Güneşli sabah olur, karanlık sabah olur. Yaz ışığı vardır, sonbahar ışığı vardır. Hafta içi günler vardır, hafta sonu günler vardır. Paltolu insanlar vardır, şortlu tişörtlü insanlar vardır. Bazen aynı insanlar, bazen farklı insanlar. Bazen farklı insanlar aynı olur, bazen aynı insanlar ortadan kaybolur. Dünya güneşin etrafında döner, güneşin ışığı da her gün dünyaya değişik bir açıdan düşer.


NOT: Filmin sonundaki küçük hikaye, Auggie'nin fotoğraf makinesini edinişini anlatmaktadır.

AVUCUNUZU AÇMAYI DENEDİNİZ Mİ?

Asya'da maymun yakalamak için kullanılan bir çeşit tuzak vardır. Bir Hindistan cevizi oyulur ve iple bir ağaca veya yerdeki bir kazığa bağlanır. Hindistan cevizinin altına ince bir yarık açılır ve oradan içine tatlı bir yiyecek konur. Bu yarık sadece maymunun elini açıkken sokacağı büyüklüktedir. Yumruk yaptığında elini dışarı çıkaramaz. Maymun tatlının kokusunu alır, yiyeceği yakalamak için elini içeri sokar, ama yiyecek elindeyken elini dışarı çıkarması olanaksızdır. Sıkıca yumruk yapılmış el, bu yarıktan dışarı çıkmaz. Avcılar geldiğinde maymun çılgına döner, ama kaçamaz. Aslında bu maymunu tutsak eden hiçbir şey yoktur. Onu sadece, kendi bağımlılığının gücü tutsak etmiştir. Yapması gereken tek şey, elini açıp yiyeceği bırakmaktır. Ama zihninde açgözlülüğü o kadar güçlüdür ki bu tuzaktan kurtulan maymun çok nadir görülür.

Bizleri de tuzağa düşüren ve orada kalmamıza neden olan şey, arzularımız ve zihnimizde onlara bağımlı oluşumuzdur. Yapmamız gereken; elimizi açıp benliğimizi, bağımlı olduğumuz şeyleri serbest bırakmak ve dolayısıyla hür olmaktır!

Bu örnekle benzeştirirsek; ben, sahip olduğumuzu düşündüğümüz her şeyin bizim için birer tuzak olduğunu fark etmediğimizi düşünüyorum:

— Çoğunlukla konuşmaktan fazla bir özelliğini kullanmadığımız son model cep telefonlarına sahip olmak,

— Ortalama 15 m2´sini kullandığımız ama kullandığımız alandan 10–20 kat büyük evlere sahip olmak,

— Belki bir kez giydikten sonra çok uzun sure dolabımızın bir köşesinde unuttuğumuz günün modasına uygun giysilere sahip olmak,

— Okumadığımız kitaplara sahip olmak,

— Asla kadranın gösterdiği sürate ulaşamayacağımız en süratli arabaya sahip olmak,

— Bize günde 3–5 kez zamanı, başkalarına sürekli zenginliğimizi gösteren kol saatlerine sahip olmak,

— Vakit bulup gidilemeyen, gidilse bile dinlendirmekten çok uzak; tabiri caizse yorgunluktan haşatımızı çıkaracak deniz kenarına yakın bir yazlık, bir dinlence evine sahip olmak,

— Vaktimize, nakdimize, aklımıza, çenemize zarar verse bile bir futbol takımı taraftarlığına sahip olmak,

— Oturmadığımız koltuk takımları, izlemediğimiz dev ekran televizyonlar; kullanmadığımız, faydalanmadığımız daha nelere sahip olmak... Ya da sahip olduğumuzu sanmak...

O maymun gibi; avucumuzda tuttuğumuz sürece (faydalanamasak bile) sahip olduğumuzu sanmıyor muyuz? Ve ancak parmaklarımızı gevşetip bunlardan vazgeçtiğimiz zaman gerçekten özgür olup tüm yeteneklerimizi kullanabilir hale gelmeyecek miyiz?


Doç .Dr. Erol ERÇAĞ