17 Mart 2010 Çarşamba

KÖŞE YAZISI: Dokunmadan sevmenin hüzünlü keyfi


Moskova yakınlarındaki bir otelde gördüm onu. Barda oturduğu ince tabureyle adeta bütünleşmiş, bir elini kadehe öteki elini ise şakağına dayamıştı. Bu pozunu saatlerce değiştirmedi.

Barmen kadın kırk yaşlarında. Ama oldukça alımlı. Mini eteği, uzun sarı saçları ve şen kahkahalarıyla dikkat çekmekten hoşlanıyor.

Tanıdık tanımadık hepimiz votka kokulu koca bir masanın çevresindeyiz. Masamız gürültülü, barmen kadın hareketli, bardaki adam put gibi...

Adamın yüzünü göremiyorum. Ama aynadan izlemeye çalıştığım kadarıyla barmen kadının oturup kalktığı anlarda pür dikkat kesiliyor.

Kadın içkileri tazeledikten sonra masamıza yerleşiyor. Ve bir anda ilgi odağı oluyor.

Ben daha çok bardaki adamın hüznünü yakalamaya çalışıyorum. Kadının şen kahkahaları buna izin vermiyor. Dahası, adamı izlediğimi görünce bana sataşıyor:

- Ne o, benim sohbetimden daha fazla önemsiyorsun o guguk kuşunu?
Hemen senli-benli olduğuna bakılırsa kestirmeden gitmeyi seviyor. Pekâlâ. Ben adamı ilginç bulduğumu itiraf ettiğimde alaycı bakışlarıyla konuya giriyor: - O benim kara sevdalım, diyor ve bir kahkaha daha atıyor.

Adam Finlandiya’dan gelen ve bir yıldır inşaatta çalışan bir işçiymiş. Tek kelime Rusça bilmezmiş. Ve ilk günden beri barda böyle oturup utana sıkıla kadını izlermiş.

Kadın inandırıcı olmak için adama yaklaşıyor, kolunu onun boynuna doluyor. Adam belli belirsiz ürperiyor, kızarıyor. Kadın ise bir çocuk gibi onun başını okşayarak bana sesleniyor:

- Bak, bizim aşkımız böyle sessizdir hep! Ne büyük sevgi, Tanrım!


Ve tabii, bir kahkaha daha. Bu kahkahalar iyice sinirimi bozuyor.

Kadın muzaffer bir edayla karşıma oturuyor. Gözlerinde durmadan hâlâ çekici olduğunu kanıtlamaya çalışan kadınlara özgü o malûm ifade var.

Kadehler kalkıyor. Ben de ona sen diyorum artık. Bardaki adamla neden alay ettiğini soruyorum. Sesimdeki eleştiriyi hisseden kadın şaşıyor:

- Yaşım 42. Evim, arabam yok. Böyle aşk oyunları bana göre değil. Eğer erkek olsaydı bana maddi destek olurdu. Ama erkek olduğu da kuşkulu. Aylardır öyle oturuyor. Çağırsaydı belki evine gidip onunla yatabilirdim. Ama onun derdi oturup aptalca hayal kurmaktan ibaret...


Adama acıyor muyum, yoksa saygı mı duyuyorum? İçinde yaşadıkları, bu kadınla ilişki kurması durumunda yaşayabileceklerinden daha ilginç görünüyor.

Demek böyle aşklar da var hâlâ!.. Dokunmadan sevenler daha tükenmedi demek!..

Kadın, “guguk kuşu”na ilgimi aptalca bularak masanın öteki yanında çoktan beri onu süzen delikanlıya yöneliyor. Çapkın delikanlı ucuz tarafından bir votka ısmarlıyor kadına. Ben oradan uzaklaşırken aynı şuh kahkahalar patlıyor.

Son anda aynadan bardaki adamla göz göze geliyoruz. Ben bu adamı bir yerlerden tanıyorum. Evet, Anton Çehov’un dilimize nedense “Serçe kuşu” diye çevrilen “Hoppa” adlı öyküsündeki zavallı Dımov bu!

Dünyada ne kadar azaldı Dımovlar! Ve Dımovların değerini bilmeyen hoppa Olga İvanovnalar ne kadar çoğaldı!

Hakan Aksay, TARAF, 27 Aralık 2008

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder