Yeni kuşaklar, Dostoyevski ve Beyaz Geceler
Bilimin, ilimin, öğüdün yaya kaldığı yerde Dostoyevski başlar bence.
Dostoyevski’yi tanımadan hayatı kavramanın, insan ruhuna dalabilmenin, evreni algılayabilmenin pek imkânı yoktur bana göre.
En sade en lirik kısa romanı Beyaz Geceler’i tekrar okurken, yeni kuşaklara zorunlu ders gibi Dostoyevski okutulsa keşke gibi hayallere daldım yine.
Beyaz Geceler, Petersburg’da geçiyor.
Rus Çarı Büyük Petro’nun, on yıl süren bir çalışmayla sıfırdan kurduğu dünyanın en güzel sanat şehirlerinden biri olan Petersburg, Çar’ın Avrupa’ya yaklaşma (Avrupalılaşma-Batılılaşma) projesinin ilk büyük adımıydı aslında.
Büyük Petro, muazzam bir para, emek ve bilgi harcanarak kurulan bu olağanüstü şehrin bütün dünyada, en azından Avrupa’da ünlenmesini bekliyordu haklı olarak.
Petersburg, ünlü bir şehir oldu.
Ne var ki, kuruluşundan yaklaşık yüz elli yıl sonra gerçek ününe kavuştu; bir adam, bir kalem ve bir kâğıtla.
Büyük Petro, tanık olamadı gerçi ama; Petersburg, maliyeti o kadar düşük, öz gücü de o kadar yüksek bir ifadeyle, bir edebi anlatımla dünya çapında ünlendi.
Dostoyevski, Beyaz Geceler’i yazdı çünkü.
Dostoyevski, bu lirik ve fantastik şehirde 1848 yılında İvan Turgenyev’in işaret ettiği şeyin -“Yüreğinin gizli kalan yerlerinde yalnız bir an yaşamak, onun mutluluktan alacağı payı değil miydi?”- edebi oluşumunu gerçekleştirmek için beyaz gecelere daldı. Ama bu büyüleyici beyazlığın içinde büyük bir hüzün ve yalnızlıkla karşılaştı.
Beyaz Geceler’in kahramanı, edebiyat tarihinin en büyük düşçülerinden biri; herkese, her kadına âşık, ama hayatında tek bir kadın bile olmamış.
Düşçü denilen kişi garip bir adam. O, bir düşsever. Dostoyevski, kahramanının ağzından düşçüyü tanımlıyor: “Bir düşçü, bir insan değildir. Tarafsız bir yaratıktır. Sürekli bir gölge içinde yaşar. Sanki kendini günden güneşten saklar. Kendi deliğine bir salyangoz gibi yapışır. Ya da bir kaplumbağayı andırır daha çok.”
Dostoyevski’nin düşçüsü, Petersburg’un beyaz gecelerinde tesadüfen bir kadınla karşılaşır. Ve dört beyaz gecelik bir olay yaşanır. Düşçüyü büyük yalnızlığından kurtarabilecek gibi bir karşılaşma-yakınlaşmadır bu. Saf, temiz, yoksul ama gururlu, duyguları dışa kapatılmış Nastenka’yla yaşanan beyaz gecelerde, düşçünün her şeyini alt üst eden ama gizlediği bir aşk; Nastenka tarafında ise ruhunu aynı şekilde alt üst eden büyük bir sevgi ortaya çıkar. Bu durum, Turgenyev’in işaret ettiği şeydir işte; her şeye, büyük hüsranlara rağmen mutluluğu yalnızca tek bir an yaşamak: “Ah tanrım!.. Ne uzun zaman dilimidir; yaşam süresince bir anlık mutluluk!.. Bir ömür boyu için yeterli olmaz mı? Az şey midir bu, bir insan yaşamı için?..”
Beyaz Geceler, Dostoyevski’nin o büyük edebiyatının, o büyük derinlik incelemesinin, bir kılavuz romanı niteliğinde. Bu kısa roman, yazarın o büyük edebiyatının; insanı belki de edebiyat tarihinde ilk defa bu denli varoluş trajedisi ve aynı zamanda varoluş mutluluğuyla birlikte ele alan, okurunu yola çıkarıcı bir kılavuz roman.
Beyaz Geceler, Dostoyevski’yi oldukça ihmal etmiş son kuşakların bu olağanüstü edebiyatla buluşabilmeleri için öncelikle okuyacakları muhteşem bir düşsel macera olabilir.
“Zayıf kalpler için şanssızlık diye bir şey yoktur. Şanssızlık güçlü kalpler ister,” diyebilen bir yazar, edebiyatın da üzerinde uçuyordur bana göre.
Beyaz Geceler’i, Martı Yayıncılık’ın yeni yayınladığı baskısından okudum tekrar. Çeviri İngilizce’den Esin Yıldız tarafından yapılmıştı (‘İngilizce aslından çeviri’nin anlamını pek çıkaramadım ama). Olsun, 1.95 YTL gibi çok uygun bir fiyatla sattığı için Martı’yı kutlamak gerek bence.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder