Savaş sanatlarının ve hatta birtakım geleneksel sanatların adları sonlarına adeta “soyadı” gibi eklenen “do” kelimesi, aslında bu sanatların bizatihi ruhunu da oluşturmaktadır. Öyle ki “do” ruhuna sahip olmayan dolayısıyla savaş sanatı olarak nitelendirilemeyecek hale gelmiş olan dövüş sporları (teknikleri), hiçbir ruhi gelişimi öngörmemekte hatta insanı özünden daha da çok uzaklaştırmakta, kişiyi gücünün ve egosunun esiri haline getirerek ait olduğu evrenle uyumunu tamamen kaybetmesine neden olmaktadır. Bu bağlamda uzak doğu kökenli savaş sanatlarına kimlik vermiş olan “do” felsefesinin özellikle bu sanatlarla ilgilenen kişiler tarafından çok iyi anlaşılması gerekmektedir. Kendo, aikido, judo, karate-do, taekwondo ve kyudo (okçuluk); “Budo” yani “savaş sanatları” adı altında toplanan temel “do” disiplinleridir. Zen ve Budo ustası Taisen Deshimaru’nun da önemle altını çizdiği gibi budo dışında, çay töreni yani “chado”, çiçek düzenleme sanatı (ikebana) “kado”, yazı sanatı (kaligrafi) “shodo” gibi geleneksel ve soylu sanatlarda orijinal isimlerinden anlaşılacağı gibi “do” öğretisini benimsemiş sanatlardır. Bu çeşitlenme bile “do” felsefesinin insan hayatıyla ne denli iç içe olduğunun güçlü bir göstergesidir. Do felsefesinin gelişimini inceleyecek olursak çıkış noktasının Budist rahiplerine ve kung-fu savaş sanatına dayandığını görürüz. Şöyle ki : “Budist rahipler, manastırlarını hırsızlardan ve çeşitli diğer saldırılardan korumak amacıyla bir savaş sanatı ortaya çıkardılar. Hiçbir canlıya zarar vermemek “Buda ” felsefesinin temel taslarındandır. Budist rahipler, insanlara gösterdikleri saygının aynısını hayvanlara da gösteriyorlardı. Saygı gösterdikleri bu hayvanların düşmanlarına karşı kendilerini ustalıkla savunmaları “Kung-fu” adını verdikleri bu savas sanatının ortaya çıkartılmasında ilham kaynağı olmuştur. Kung-fu öyle bir savaş sanatıydı ki, vücudun hassas noktaları hedef alındığında tekniği uygulayan kişinin tek bir darbesi bile öldürücü olabiliyordu. Dolayısıyla böylesi bir savaş sanatının disiplin ve kontrol altında tutulması gerekiyordu. Aksi takdirde önü alınamaz olumsuz sonuçlar ortaya çıkabilirdi. Budist rahipler bu kontrol mekanizmasını oluşturmak adına Buda’nın fiziksel ve ruhsal kontrol yolunu kung-fu’ya uyguladılar. Daha sonra geliştirilen savaş sanatları da bu felsefeyi izleyerek adlarının sonuna “yol” anlamına gelen “do” kelimesini eklediler.” Zaman içerisinde aikido, judo, karate do gibi savaş sanatlarının geliştirilip yaygınlaştırılmasıyla do felsefesi de salt Budist rahiplerin benimsedikleri bir öğreti olmaktan çıkıp evrensel bir nitelik kazanmıştır. Do öğretisinin ilkeleri yakından incelendiğinde de bu evrensel niteliği özünde taşıdığı açıkça görülebilir. Öyle ki; dünya üzerinde var olan tüm inanç sistemlerinde yer alan “erdemli insan olma” çabası do felsefesinin temelini oluşturmaktadır. Bu bakımdan do öğretisi bir etnik grup, millet ya da dinin aidiyetinde olmayıp evrensel niteliktedir. “Bu gün dünya üzerinde yaklaşık olarak- kendo çalışan on iki milyon, judo çalışan altı milyon, karate do çalışan beş milyon, aikido çalışan bir milyon ve kyudo (okçuluk) çalışan ikiyüzbin insan bulunmaktadır.” (Deshimaru, T. Savaş Sanatlarında Zen Yolu). Bu rakamlar do öğretisinin kazandığı evrensel niteliğin boyutlarını ifade etmesi açısından önemli bir göstergedir. Etimolojik (kelime kökeni) açıdan “do” sözcüğünü incelediğimizde, daha önce de belirtildiği gibi sözlük anlamı olarak “yol” karşılığına ulaşırız. Peki, bu yolun niteliği nedir? Japoncada “Do”nun iki yönlü anlamı vardır. Biri bir uzaklık, gidilecek bir yol olarak ele alınır ve Türkçede “mesafe”, İngilizcede “road” olarak ifadesini bulur. Diğer anlamı ise tarz, teknik, öğreti gibi kavramları karşılamakla birlikte Türkçe’de “yordam” ve İngilizcede de “way” kelimesi ile karşılığını bulur. (Uzakdoğulu budo ustalarının eserlerinde sıklıkla batılı örgenciler tarafından do kavramının tam olarak anlaşılamadığını ifade etmelerinden ötürü, anlayabildiğimiz ölçüde kelimenin İngilizce karşılıklarına da çalışmamızda yer vermeyi uygun gördük.) Ancak Budo’da bu kelime her iki anlamı birden karsılar. “Do, hem izlenecek yöntemi hem de özelde bir teknik üzerinde genelde de tüm sanat üzerinde adanacak zamanı vurgulamak için aynı anda kullanılır.” (Deshimaru, T. Savas Sanatlarında Zen Yolu)
Do kavramının sözlük anlamlarının ötesinde, ancak üzerinde yıllar boyu, düşünülerek keşfedilecek daha pek çok anlam gizlediği açıktır. Bununla birlikte “do” kelimesi genel olarak tek basına değil, asıl ifadesini bulduğu bir başka kelime ile birlikte karsımıza çıkar. Bu kelimeler genel olarak budo sanatları ve “bushido”dur. Bushido kelimesi “savaşçının yolu” anlamına gelmektedir ancak kelime derinlemesine incelendiğinde “bu” kelimesinin aynı zamanda ‘kılıcı durdurmak, savası bırakmak” anlamına geldiği görülür ki bu durum “do” felsefesinin aikido’da daha çok karsımıza çıkan “tüm evren ile uyum içinde olmak” öğretisiyle tam bir paralellik arz eder. Do, kişisel farkındalık, yaratıcılık ve doğa ile uyum içinde olmakla elde edilen bir gücün yoludur. Belli teknikler aracılığı ile içimizdeki ve tüm evrendeki ilâhi yasam enerjisi ile uyumlanma yoludur. Asıl amaç mücadele etmek değil, kişinin özüne hâkim olarak evrendeki uyuma katılması ve bu sayede dünyaya da huzur getirmesidir. Ayrıca do öğretisi kişiye, sadeliği ve içsel kontrolü, anın farkında olmayı ve ölümle karşılaşıldığında dahi sükûneti kaybetmemeyi öğretir. Zira ölüm insanoğlunun her an karsısına çıkabilecek kaçınılmaz bir gerçektir. Bu anlamda do öğretisi insana, ölümle dahi uyum içinde olmayı, anın farkında olmayı, içinde bulunulan zamanı en iyi biçimde kullanmayı ve yapılan is ne olursa olsun basit bir temizlik işlemi bile olsa- mükemmel yapmayı öğütler. Do yolcusu için dün ve yarın ikinci plandaki kavramlardır; aslolan ‘simdi ve buradadır. Hakkı verilmesi gereken de hayatın bu parçasıdır. Usta Taisen Deshimaru, bu gerçeği su sözleriyle çarpıcı bir şekilde ifade etmiştir: “Saçların alev almışçasına her ana odaklanmalı ve kendini ona adamalısın.”
Do öğretisinin temel ilkelerini aşağıdaki gibi özetleyebiliriz:
ONUR : Gerçek bir “do” yolcusunun onurunun bir tek yargıcı vardır; o da kendisidir. Aldığınız kararlar ve sonuçları, gerçekte kim olduğunuzun yansımasıdır. Kendinizden saklanamazsınız.
SADAKAT : Bir şey” gerçekleştiren ya da “bir şey” söylemiş olan “do” yolcusu o “şeyin” ve beraberindeki tüm sonuçların sahibi ve sorumlusu olduğunu bilir. Bir Samuray ilişkide olduğu kişilere karsı son derece sadıktır; ölümlerinde bile… Sorumlu olduğu kişilerden sonuna kadar sorumludur.
NEZAKET : Bir ‘do’ öğrencisi, düşmanlarına bile naziktir. Bu belirgin saygı gösterisi olmazsa hayvandan bir farkımız kalmaz. Bir Samuray sadece savaştaki gücünden dolayı saygı görmez, başka insanlara tavrından dolayı da saygı görür. Bir Samuray’ın gerçek gücü, zor dönemlerde ortaya çıkacaktır.
KAHRAMAN CESARET : “Harekete geçmekten korkan insan yığınları arasında yükselin. Kabuğuna çekilmiş bir kaplumbağa gibi yasamak, yasamak değildir. Bir Samurayda kahraman cesareti olmalı. Bu hayat kesinlikle riskli ve tehlikelidir. Hayatı dolu dolu, eksiksiz, muhteşem yaşa, kahraman cesareti kör değildir. Zeki ve de güçlüdür. “
ŞEFKAT : Bir ‘do’ yolcusunda aldığı eğitimin sonucunda herkesin iyiliği için kullanılması gereken bir güç gelişir. Sefkâtlidirler. Her fırsatta insanlara yardım ederler. Fırsat çıkmadığında ise bir tane bulabilmek için yollarını uzatırlar. Çünkü amaç saf insan haline geri dönüştür.
DÜRÜSTLÜK ve ADALET : “Herkesle ilişkilerinde kesin bir dürüstlük sergile. Adalete inan, sadece sana yönelik olan adalete değil, içinden gelen adalete de. Gerçek Samuray için dürüstlük ve adaletin gri tonları yoktur. Doğruluktan ayrılmanın boyutu olamaz.”
TAM BİR İÇTENLİK : “Bir samuray hayatının her döneminde tam bir içtenlikle hareket eder; inanmadığı şeyleri söylemez ve yapmaz. Yapılması gerektiğine inandığı bir şeyi yapmasını da yaşadığı sürece hiçbir şey engelleyemez. “Do” yolunu seçmiş biri, ruhunu suyun berraklığına ulaştırmak için yaşar.”
Sonuç olarak kesinlikle anlaşılması ve özümsenmesi gerekir ki Do yolu asla kavgadan geçmez, onun yolu zaferin ve yenilginin çok ötesindedir. Kılıcın asıl sırrı, onu kınından hiç çekmemektir. Tüm inanç sistemlerinde bir şekilde yerini almış olan “ölmeden önce ölünüz” fikri ‘do’ nun da temelini oluşturmuştur. İlk ve en önemli düşmanınız egonuzdur; ancak onu öldürdüğünüzde tüm evrenle uyum içinde olmayı başarabilir ve saf bir insan olarak yaşar ve ölürsünüz.
Yukarıdaki yazı Muharrem Samanlı tarafından yazılmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder